HIQÛK / HUKUK
ANADİLİNDE EĞİTİM VE ÖĞRENİM ANADİLİNDE EĞİTİM VE ÖĞRENİMİN HUKUKSAL ÖNEMİ VE GEREKLİLİĞİ

Genel Durum
Bu ülkenin ve devletin iki büyük kurucu halkından olan ve sayıları on milyonları bulan Kürtler; Anayasa ve yürürlükteki yasalar gereği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdırlar. Her vatandaş gibi bu ülke için çalışmakta, üretim yapmakta, vergi vermekte, askerlik yapmakta, ülke güvenliğini sağlamakta, savaş halinde, diğer vatandaşlarla birlikte savaşa gitmekte, devletin memuru olarak kamu hizmeti yapmakta ve kamu hizmetine katkı sunmakta, ülkedeki hukuk sistemini tanımakta ve yasalara uymakta; devletin emir ve direktifleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Kısaca, kurucusu olduğu bu devleti kendi devleti olarak görmekte ve en az diğer vatandaşlar kadar tüm görev ve sorumluluklarını ellerinden geldiği kadar eksiksiz yerine getirmeye çalışmaktadırlar. Her hal ve şartta, Kürtlerin sadakati ve aidiyet duygusu sorgulanamaz ve şüphe duyulamaz.
Buna karşın Devlet; yüzyılı aşkındır vatandaşı olan Kürtlere, bunun karşılığı olan, varlık nedeni olarak yapması gereken ve yapmak zorunda olduğu hizmeti, bazı alanlarda ya hiç yapmamakta ya da eksik yapmaktadır. Bu alanların başında, Türk vatandaşlarına, anadilleri olan Türkçe eğitim öğrenim hakkı ve serbestisi tanırken, Kürtlere bu hak tanınmamakta ve hatta devletçe yasaklanmış bulunmaktadır.
Daha da ötesi tek resmi dil olarak kabul edilen Türkçe, Kürtler ile birlikte ülkedeki tüm vatandaşlara zorunlu tutularak (Kürtçe ve diğer diller yasaklanarak) Kürt çocuklarının, evde doğuştan aile içinde öğrendikleri ve zihin yapılarının ve tüm değer sistemlerinin biçimlendiği Kürtçe yerine okulda; başta vatandaşlık hak ve hukukuna, insan hak ve hürriyetlerine, eşitlik prensibine, kardeşlik hukukuna, aşağıda zikredilen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu, onayladığı ve hatta kurucu devlet olarak imzasının bulunduğu başta BM Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere, uluslararası sözleşmelere, Avrupa İnsan Hakları müktesebatı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına; bilimsel gereklilik ve kurallara aykırı olarak zorla Türkçe eğitim öğretime tabi tutulmaktadır.
Daha da ötesi, bu yasakçı ve gayrı adil uygulamalar, son zamanlarda sosyal hayata da sirayet ederek sağlıkta (hastanede), diyanette (camide) ve eğitimde (okulda) Kürtçe hizmet verilmeyerek dolaylı ve örtülü olarak yasaklanmış bulunmaktadır. Bu durum, ister istemez Kürtler nezdinde, darbe dönemlerinin yasaklı uygulamalarını çağrıştırmakta ve aidiyet duygularını zedelemektedir!
Konunun Önemi ve Kısaca Değerlendirilmesi
Kürtçe’ nin eğitim ve öğretimde yasaklı olması; aynı konuda yapılan dil bilimsel çalışmalar ve disiplinler arası çalışmalarla da kanıtlandığı üzere, Kürt çocuklarının önemli bir kısmını eğitim ve öğretimin dışına itmekte, hayat boyu her alanda başarısız kılmakta ve insan olarak kişiliklerinin örselenmesine, her alanda eksik kalmalarına yol açmaktadır. Elbette ülkede anlaşma birliği ve kolaylığı sağlamak için resmi dilde veya dillerde eğitim ve öğretim zorunlu olmalıdır. Fakat, anlaşma birliğini sağlamak için resmi dil ve dillerin eğitim öğretimde zorunlu tutulması demek anadilleri, resmi dillerin dışındaki çocukların anadillerinin yasaklanması, anadillerinde eğitim ve öğrenim görmemesi anlamına gelmez ve bu zorunlu bir koşul da değildir! Tam tersine, resmi dil veya dillerin yanında, dilleri resmi dil kabul edilmeyen diğer vatandaşların, kendi anadillerinde de eğitim ve öğrenim görmesini, hukuken ve bilimsel olarak zorunlu kılar.
Nitekim ülkedeki yabancılara ve azınlıklara bu hak tanınmıştır. Yabancılar ve azınlıklar bu hakkı baştan beri kullanmaktadırlar. Yabancıya ve azınlıklara tanınan bir hakkın kendi vatandaşına, ülkenin kurucu asli unsurlarına tanınmaması takdire şayandır ki izah edilemez ve kabul edilemez bir garabettir.
Yine takdire şayandır ki, bu durum; sürdürülmesi mümkün olmayan bir durumdur. Artık bu uygulama, kabul edilebilecek ve içe sindirilebilecek bir durum olmaktan çıkmıştır; çıkmaktadır. Bu durumun de facto sürdürülmesi, Kürtlerin aidiyet duygusunu gittikçe sarsmakta ve devlet ile Kürt vatandaşları yer yer karşı karşıya getirmektedir. Aidiyet duygusunun zedelenmesi, gittikçe yaygınlaşmakta ve derinleşmektedir. Bu da ülkenin huzuruna, birliğine ve bütünlüğüne zarar verici, gelecekte bir takım krizlerin doğumuna zemin hazırlayıcı mahiyettedir.
Hülasa, bütün bu ve benzeri gerekçelerle, Kürtlere; analarının ak sütü gibi helal olan, her kademede anadillerinde eğitim ve öğrenim hakkı ve talebi, devlet nezdinde karşılık bulmalı; bilim adına ve insanlık gereği, hak ve hukuk gereği, adalet gereği, ahlaken, insanlık değerleri gereği, devletle karşılıklı vatandaşlık hukuku ve aşağıda zikretmeye çalıştığımız uluslararası sözleşmeler ve günümüzde meri olan evrensel hukuk gereği bu hak, resmi olarak tanınmalı ve Kürtçe, Türkçe gibi Türkçe ile birlikte ve eşitçe eğitim ve öğretimde uygulamaya sokulmalıdır.
Bu adım, devleti ve toplumu zayıflatan ve ayrıştıran değil; tam tersine devleti ve toplumu güçlendiren, birleştiren, vatandaşlar arası ve vatandaş ile devlet arası ilişkilerde aidiyet duygusunu geliştiren, kuvvetlendiren, bu yolla toplumsal barışı koruyan en güçlü teminat olacaktır.
Bu talep; Kürtlerin devletten yasal, hukuki, barışçıl, demokratik ve insani talebidir!
Anayasa ve Yasalar Çerçevesinde Hukuksal Durum
Bilindiği üzere yürürlükteki Anayasamız; 1980 Askeri Darbesi sonrası darbeci generaller tarafından hazırlatılıp anti demokratik bir atmosfer ve anti demokratik yöntemlerle yürürlüğe konulmuş ve toplumun temel ihtiyaçlarına cevap veremeyen, sorunları çözücü değil, sorun üretici anti demokratik, sert ve katı bir toplumsal sözleşmedir. Bu nedenle, günün özel koşulları ve anlayışı ile hazırlanmış, belirli bir kesimin ve anlayışın, çağ dışı ve evrensel değer ve hukukla çelişen siyasi görüş ve düşüncelerini yansıtan, ülkede yaşayan etnik unsurların hassasiyetlerini, hak ve hukukunu gözetmeyen, yasaklayan bir yapıya sahiptir. Elbette bu anlayış ve yapı, anadilinin her alanda kullanımını, anayasal düzeyde yasaklamakla kalmamış, çıkardığı 2932 sayılı yasayla her alanda Türkçe dışında herhangi bir başka dil kullanmayı (resmi ve özel hayatta) da yasaklamıştır.
Askeri darbe sonrası, askeri vesayet gözetiminde demokratik bir sürece yavaş yavaş geçilmesi ve sivil yöneticilerin etkin olmaya başlamasıyla önce Kürtçe’ yi yasaklayan 2932 sayılı yasa 25 Ocak 1991’de kaldırıldı. Ardından özel hayatta ve sınırlı olarak kültürel hayatta Kürtçe kullanılmaya başladı. Bu gelişme, beraberinde, var olan ve fakat, çok cılız mahiyetteki küllenmiş haklı, insani, demokratik, barışçıl tartışma ve eleştirilerin de gittikçe yükselmesini ve ilerlemesini sağladı.
Özellikle, Türkiye’de 2011 sonu başlayan yeni Anayasa sürecinde, eğitimde anadilin yeri, önemli ve yaygın bir tartışma konusu olmuştur. Ebetteki bu tartışma, eleştiri ve çabalar, kamu düzeyinde yankı bulmuşsa da ne yazık ki hukuksal karşılığı olmamıştır. Süreç içerisinde, sonradan Anayasada yapılan sınırlı ve lokal değişikler, ne yazık ki bu alana sirayet etmemiş; daha doğrusu, siyaset bunu hukuka yansıtmayı başaramamıştır!
Bu çerçevede Anayasaya baktığımızda, Anayasanın Eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi başlıklı 42. Maddesi her ne kadar eğitim ve öğretimin temel hak ve özgürlükler çerçevesinde eşit ve özgürce verileceğine değinse de son fıkrası, ‘’Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.’’ demektedir. Fıkranın ilk cümlesi bir engel olarak görülse de diğer hükümlerle oluşturduğu çelişki günümüzde, tartışmaya ve evrensel hukuk çerçevesinde ve ayrıca Anayasanın İnsan Hak ve Hürriyetleri kapsamı ve ruhu çerçevesinde değerlendirilmesi ve aşılması gerektiği kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.
Dolayısıyla, Anayasa dahil tüm kanunlar her zaman incelenmeye ve yeniden değerlendirmeye açıktır. Son fıkrasında yazdığı üzere, Milletlerarası antlaşma hükümleri saklı olmakla uluslararası sözleşmelere, kanunların yerine, anayasal düzeyde öncelik ve önem atfedildiğini de görmekteyiz.
Anadilde eğitim talebi ele alınırken, hiçbir bilimsel temeli ve reel gerçekliği olmayan toplumla entegrasyon problemi doğmasından duyulan çekinceler öne sürülüyor. Yukarıda da kısaca değinildiği üzere, toplumun ortak dil ihtiyacına cevap verecek seçeneklerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda ve bu noktada, diğer grupların talepleri ile toplumun bir arada yaşama gereklilikleri arasında denge sağlamak adına, çift dilli eğitim ve karma modellerin değerlendirilmesi, zayıflatıcı değil kuvvetlendirici bir etkiye sahip olacaktır. Bu sanılanın aksine toplumdaki olagelen problemlerin çözümüne hizmet sunacak, çekişmeli konuların ve dolayısıyla çekişmeli tarafların büyük oranda azalmasına hizmet edecektir. Her alanda daha zengin ve gelişmiş bir toplumun oluşmasını sağlayacaktır.
Bu hususla ilgili anadilinde eğitimin problem oluşturabileceği iddiaları anlaşılabilir olmaktan uzaktır. Anadil ve beraberinde kültürün öğrenilmesinin bir problem oluşturacağı iddiaları hiçbir bilimsel ve tarihi gerekçeye dayanmazken; mahsurları, gün geçtikçe bireylere, topluma, devlete ve ülkeye tüm kategorilerde (sosyal, ekonomik, siyasi, bilimsel, sanatsal, kültürel, gelişmişlik düzeyi, hukuk , toplumsal barış ve huzur gibi ) etkisi ve kapsamı gittikçe artan büyük bedellere mal olmaktadır. Bizce sorumluluk makamındaki ehli vicdan kişi ve grupların buna dur demesinin ve hakkaniyete uygun çözüm ve çözümler geliştirmesinin zamanı gelmiştir, geçmektedir.
Evrensel Hukuk ve Uluslararası Sözleşmeler Çerçevesinde Hukuksal Durum
İkinci Dünya Savaşının yaşattığı büyük acılar ve bu acılara yol açan çağa uymayan kural ve kurumlar, uygulamalar hızla aşılmaya çalışılmış ve bu amaçla öncelikle hukuksal bir zemin oluşturulmaya çalışılmıştır. Bunu sağlamak için hazırlanan uluslararası belgelerde, temkinli yaklaşım elden bırakılmadan ve toplumların hassasiyetleri gözetilerek adım adım günümüze kadar süren ve hâlâ devam eden sorunları çözücü bir anlayış , bir konsept ve bir hukuk oluşturulmuş, oluşturulmaya devam etmektedir.
Bu anlamda, 1948 tarihli BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 26. maddesinde parasız ilköğretim hakkından söz edilmesine rağmen anadilini öğrenme hakkı veya eğitimin dili konusunda bir belirleme yapılmamıştır. Bu eksiklik, kısa bir sürede çok boyutlu ve yaygın tartışmaların ve bilimsel eleştirilerin yapılmasına yol açmıştır. Bu gelişmenin etkisiyle, dil haklarına ilişkin olarak uluslararası belgelerde ve uygulamalarda kademeli bir ilerlemenin başladığı görülmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütünün 1957 tarihli 107 sayılı Sözleşmesi, Kabile ve Yerli Halklara ilişkindir. Kabile ve Yerli Halklarının kendi anadillerinde eğitilme haklarından söz eder. UNESCO’nun Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşmesi (1960) md. 5/1-c’de “ulusal azınlık üyelerinin eğitim faaliyetlerini tanımaktan” söz eder.
Eğitim faaliyetleri içine okul kurma, her ülkenin eğitim politikasına bağlı olarak, kendi dillerini kullanma veya öğrenme de girmektedir. Bununla birlikte, temkinli yaklaşım ve özellikle devletlerin iç siyasetin etkisi ile ortaya koyduğu direnç ve tedirginlik, sözleşmenin (i ) bendinde “bu hak söz konusu azınlık mensuplarının, bir bütün olarak toplumun kültür ve dilini anlamalarını ve topluluğun faaliyetlerine katılmalarını engelleyecek veya ulusal egemenliğe halel getirecek tarzda kullanılamaz” ibaresinin eklenmesini gerektirmiştir. Ancak, devletin bu hakkı sağlaması açısından, sorumluluk almadan, başta finansman ilgili konuları, taleplilerin sorumluluğuna bırakması, bu gruplar ile ilgili net bir tanım yapılmayarak yorum serbestisinin hak ve hukuki çerçeveden çıkılarak bu hakkın önüne geçilme ihtimalini hesaba katmaması, dolayısıyla anadilin öğrenilmesini devletlerin politikasına bırakması gibi sebeplerden ötürü yeterli olmamıştır. Yani bu durumda devletlerin sadece negatif değil, pozitif sorumluluk alması anlaşılarak dünyada kademeli düzeltmelere gidilmiştir.
Bu kapsamda, konunun uluslararası hukuk çerçevesinde bir zemine oturması ve anlaşılması için tarihsel süreç ve gelişim esas alınarak uluslararası belgelere baktığımızda yukarıda söz edilen sözleşmelerden sonra akdedilen aşağıdaki sözleşmeleri incelemekte ve değerlendirmekte büyük fayda olduğu kanaatindeyiz.
Burada tarihsel süreç içerisinde sözleşmeler incelenirken, önemi ve kapsamı itibari ile salt çocuk haklarını konu edindiği için 1989 tarihli BM Çocuk Hakları Sözleşmesi istisnai olarak tarihine bakılmaksızın ayrıca ve öncelikle başta incelenecektir.
KONU İLE İLGİLİ ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Sözleşmeleri incelemeye geçmeden önce, özellikle ve önemle belirtmek gerekir ki aşağıda inceleyeceğimiz sözleşmelerin hepsine Türkiye Cumhuriyeti imzacı ülke olarak taraftır ve çoğunda da kurucu ve hazırlayıcı ülkedir.
- 1989 TARİHLİ BM ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ (ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ)
Kısaca Çocuk Hakları Sözleşmesi olarak adlandırılan bu sözleşme, en son sözleşmelerden olması hesabıyla yenilik, konu ile ilgili olarak kapsayıcılık, içerik, derinlik ve salt konusu çocuklar ve çocukların haklarını ele aldığı için Temel Uluslararası tek Sözleşme niteliğindedir. Diğer sözleşmeler ya dolaylı olarak ya da birkaç maddesinde, insan hakları çerçevesinde bu konuyu ele alırken, bu sözleşme direk ve ana konu olarak bir bütün halinde salt çocuk haklarını ele almıştır.
Çocukların bakım, beslenme, barınma, güvenlik, korunma, yetiştirilme, eğitim ve öğretim gibi temel hak ve gereksinimleri yanında, bir bütün olarak en ufak ayrıntısına kadar bütün haklarını ele almış, değerlendirmiş, önceliği, önem ve zorunluluğu hukuksal bir zemine oturtulmuş ve bağlayıcılığı teyit edilmiştir.
Konumuzla bağlantılı olarak özellikle Sözleşmenin aşağıya aldığımız 28, 29, 30, 31. Maddeleri ve özellikle 29/c Maddesi kendi anadilinden eğitim almasını bilimsel, kültürel ve politik zorunluluğunu kayıt altına almıştır. Sözleşmenin ilgili Maddeleri şu şekildedir:
Madde 28
1-Taraf Devletler, çocuğun eğitim hakkını kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen gerçekleştirilmesi görüşüyle özellikle:
a)İlköğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirirler;
b)Ortaöğretim sistemlerinin genel olduğu kadar mesleki nitelikte de olmak üzere çeşitli biçimlerde örgütlenmesini teşvik ederler ve bunların tüm çocuklara açık olmasını sağlarlar ve gerekli durumlarda mali yardım yapılması ve öğretimi parasız kılmak gibi uygun önlemleri alırlar;
c)Uygun bütün araçları kullanarak, yükseköğretimi yetenekleri doğrultusunda herkese açık hale getirirler;
d)Eğitim ve meslek seçimine ilişkin bilgi ve rehberliği bütün çocuklar için elde edilir hale getirirler;
e)Okullarda düzenli biçimde devamın sağlanması ve okulu terk etme oranlarının düşürülmesi için önlem alırlar.
2-Taraf Devletler, okul disiplininin çocuğun insan olarak taşıdığı saygınlıkla bağdaşır biçimde ve bu Sözleşme ’ye uygun olarak yürütülmesinin sağlanması amacıyla gerekli olan tüm önlemleri alırlar.
3-Taraf Devletler eğitim alanında, özellikle cehaletin ve okuma yazma bilmemenin dünyadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve çağdaş eğitim yöntemlerine ve bilimsel ve teknik bilgilere sahip olunmasını kolaylaştırmak amacıyla uluslararası işbirliğini güçlendirir ve teşvik ederler. Bu konuda, gelişmekte olan ülkelerin gereksinimleri özellikle göz önünde tutulur.
Madde 29
1-Taraf Devletler çocuk eğitiminin aşağıdaki amaçlara yönelik olmasını kabul ederler:
a)Çocuğun kişiliğinin, yeteneklerinin, zihinsel ve bedensel yeteneklerinin mümkün olduğunca geliştirilmesi;
b)İnsan haklarına ve temel özgürlüklere, Birleşmiş Milletler Antlaşmasında benimsenen ilkelere saygısının geliştirilmesi;
c)Çocuğun ana–babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi;
d)Çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması;
e)Doğal çevreye saygısının geliştirilmesi.
Madde 30
Soya, dine ya da dile dayalı azınlıkların ya da yerli halkların var olduğu Devletlerde, böyle bir azınlığa mensup olan ya da yerli halktan olan çocuk, ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma, kendi dinine inanma ve uygulama ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamaz.
Madde 31
Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.
Taraf Devletler, çocuğun kültürel ve sanatsal yaşama tam olarak katılma hakkını saygı duyarak tanırlar ve özendirirler ve çocuklar için, boş zamanı değerlendirmeye, dinlenmeye, sanata ve kültüre ilişkin (etkinlikler) konusunda uygun ve eşit fırsatların sağlanmasını teşvik ederler.
2-Bu maddenin veya 28’inci maddenin hiçbir hükmü gerçek ve tüzel kişilerin öğretim kurumları kurmak ve yönetmek özgürlüğüne, bu maddenin 1 inci fıkrasında belirtilen ilkelere saygı gösterilmesi ve bu kurumlarda yapılan eğitimin Devlet tarafından konulmuş olan asgari kurallara uygun olması koşuluyla, aykırı sayılacak biçimde yorumlanmayacaktır.
Görüldüğü üzere, Sözleşme çocuğun kendi dilinde ve mensup olduğu kültür, inanış ve geleneklerine uygun olarak yetiştirilmesi, eğitilmesi ve öğrenim görmesini bağlayıcılık temelinde açıklıkla belirmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin; kurucusu, hazırlayıcısı ve imzacısı olduğu bu sözleşmelere Kürtlerin aleyhine çekinceler koyması anlaşılır, kabul edilebilir bir tutum değildir. Vatandaşlık hukuku ile açıklanabilir bir ayıp değildir. Her şeyden önce insani ve hukuki (adil) değildir. Bunun artık sürdürülmesi mümkün değildir. İvedilikle aşılması gerekir!
2-1966 BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi :
Bu sözleşme bir bütün olarak incelendiğinde ve değerlendirildiğinde bu konuya özel önem atfettiğini görmekteyiz. Özellikle 27. Maddede, ‘’ Dilsel azınlıkların bulunduğu ülkelerde, bu azınlıklara mensup kişilerin kendi kültürünü yaşamasına ve kendi dilini kullanmasına engel olunamaz.’’ Demek suretiyle bu konuyu bütün devletler için bağlayıcı hale getirmiştir.
Şüphesiz bu bağlayıcılık, Kürtler gibi yaşadıkları ülkelerde kendi dillerini resmiyette ve eğitim – öğretimde kullanamayan ve azınlık olmayan, sayıları milyonları bulan asli unsurları da kapsadığı aşikârdır.
3-1966 BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi:
Sözleşmenin 13. ve 14. maddelerinde eğitim hakkından söz eder. Bu iki hüküm beraber değerlendirildiğinde eğitimin herkes için temel hak ve özgürlük olmasından bahsederken, kültürü ve dili yaşatmak maddesinin eğitim hakkı ile berabere yürümesine yorumlanabileceği ancak bunun da net olmadığı anlaşılır. Elbette hukuki uygulamada kanun ile beraber kararlara, içtihatlara ve uygulamalara bakılır. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi son yıllarda, Sözleşmeye taraf ülkelere yönelik Nihai Gözlemlerinde azınlıklara anadillerinde eğitimin geliştirilmesi ve anadillerini okulda öğrenme (anadil eğitimi) imkânı sağlanması konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır.
Konuyla ilgili bir örnek; 2004’te Yunanistan, Trakya’da yaşayan Türkler için mevcut okulların yetersizliği ve Trakya dışında ise ilk ve ortaöğrenim okulu bulunmaması bakımından eleştirilmiştir. Diğer azınlıklar bakımından da dillerini okulda öğrenme olanaklarının bulunmaması eleştiri noktalarından biri olmuştur.
Bu bağlamda hiç şüphesiz, Batı Trakya’ da yaşayan Türkler için hak olan Türkiye’ deki asli unsur ve vatandaş olan Kürtler için olduğu kadar Türkiye sınırları içinde olmayan Kürtler için de haktır!
4-1966 tarihli Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi :
Bu sözleşme, açıkça anadilde eğitime yer vermemesine rağmen, konu ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü, dilin yasaklanması insani, ahlaki, hukukî ve bilimsel olarak açıkça kültürel ırkçılıktır.
Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi sayısız Nihai Gözlemlerinde özellikle 1990’lardan itibaren çift dilli (anadil ve resmi dil) eğitimi desteklemekte ve tavsiye etmektedir. Meksika, Rusya, Polonya, Hollanda, Ermenistan, Slovakya, Kazakistan, Arjantin, Venezüella, Fransa, Azerbaycan ve Türkiye’ye yönelik Komite Gözlemleri örnek olarak gösterilebilir.
Temel politik anlayış ve hareket tarzı olarak dünyanın her tarafında, Türklerin anadili hakkı başta olmak üzere, siyasi ve kültürel haklarını savunan, bu konuda devlet olarak girişimlerde bulunan ve hatta geliştirdiği dış politika yol ve yöntemleri ile uluslararası mekanizmaları harekete geçirerek büyük baskı oluşturan, çoğunlukla da bunda başarılı sonuçlar elde eden Türkiye Cumhuriyeti’ nin kendi vatandaşlarına bu hakkı tanımaması; keza, kendi vatandaşlarının akrabaları olan diğer ülkelerde yaşayan Kürtler için bu hassasiyeti göstermemesi, hem kendi vatandaşları olan Kürtleri ayrımcılık bağlamında incitmekte hem de devletçe izlenen bu politika, hem içte hem dış ilişkilerde büyük çelişki oluşturmakta ve devletin elini zayıflatmakta, inandırıcılığını ve etkinliğini düşürmektedir.
5-BM Ulusal, Etnik, Dini ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi:
Sözleşmenin 4. Maddesi ise daha net bir yaklaşım sunmaktadır. Devletlerin, mümkün olduğunca, azınlıklara mensup kişilerin kendi ana dillerini öğrenmeleri ya da kendi ana dillerinde eğitim görmeleri için yeterli olanaklara sahip olmalarını sağlayacak uygun önlemleri almaları, diğer bir deyişle Devletlerin aktif rol oynamaları gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca Bildirge aynı maddenin 4. fıkrasında “devletler, uygun olduğunda, kendi ülkeleri içinde bulunan azınlıkların, tarih, gelenek, dil ve kültürlerine ilişkin bilgi almalarını teşvik etmek için eğitim alanında önlemler almalıdırlar”. İlgili sözleşmelerin tüm dünyada uygulamada yeterliliği pek oluşmamış olmakla örnek davalar ve adım adım değişen uluslararası sözleşmeler bu eksiklikleri görerek geliştirmeye yönelik tavır almaya devam etmiştir.
6-Avrupa Müktesebatı ( Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokolleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları ) :
Bilindiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ nin mevzuat ve uygulamalarına (kararlarına) bir bütün olarak Avrupa Müktesebatı demekteyiz. Bu müktesebat, insan hakları ve insanlığın gelişiminde pozitif yönde gittikçe gelişen bir hukuksal anlayış ve düzen olarak dünyanın en ileri çağdaş müktesebatı olarak her türlü övgüyü hak etmekte ve insanlığa yol göstermektedir. Elbette bu müktesebatın konumuz ile alakalı olarak bir anlayışı, duruşu ve uygulaması vardır. Türkiye bu müktesebata taraftır ve imzacıdır. Avrupa Müktesebatı hukuken ve Anayasal (Anayas 90. Mad.) aynı zamanda Türkiye’ nin müktesebatıdır. Bu nedenle iç hukukta uygulanmak zorundadır. Uygulanmaması keyfidir. Demokratik çağdaş hukuk devletlerinde keyfiliğe yer yoktur. Bu devletleri diğer devletlerden ayıran en önemli husus budur.
Hak ve özgürlüklerin her ne sebeple olursa olsun kısıtlanamayacağına dair ilkesel bağlılık, hukukun üstünlüğüne olan inançtan ileri gelir. Hukuk kavramından anlaşılacak olan yasalar ve uluslararası sözleşmeler değildir; zira hukuk evrenselliğinden ötürü çok daha geniş ve bağımsız bir kavramdır.
Doksanlı yıllardan itibaren bu hususu destekleyen değişimlere gidildiği görülür. Örnek teşkil etmesi bakımından, Stankov, Trayanov, Stoychev, Mechkarov, Ilinden ve diğerleri – Bulgaristan (1996) davasında İnsan Hakları Avrupa Komisyonunun vatandaşların anadil öğrenimine devletin mani olmasına yönelik işlemine, 2. Ek protokol açısından ihlal kararı vermemesine rağmen, hukuki eksiklik kanaatiyle yaptığı yorum da önem arz eder. Yaptığı yorum kısaca şöyledir: Sözleşme devlete anadilde eğitim veya anadilin öğrenimine ilişkin mali anlamda bir pozitif yükümlülük yüklememekle birlikte, bu konularda yasak getirilmesi ayrımcılık yasağı bakımından bir ihlal yaratabilir, diğer bir deyişle devletin bu noktada negatif yükümlülüğünden söz etmek mümkündür.
Yine 2001 tarihli Kıbrıs-Türkiye davasında ise AİHM eğitim dili konusundaki yaklaşımı anadil öğreniminde hukuki yaklaşım açısından nasıl bir ilerleme kaydedildiğini gösterir. Bunun gibi AHİM’ de görülen çok dava örnek verilebilir. AİHM’ i bu tür davalar meşgul ededursun, Türkiye’de buna yönelik atılacak emsal niteliğinde yeni bir hukuki düzenleme devleti evrensel hukukilik açısından bir adım öne taşıyacaktır.
1990’lı yıllarda Avrupa Konseyi çerçevesinde önemli gelişmeler olduğunu gözden kaçırmamak gerekmektedir. Yürürlüğe giren uluslararası belgeler açıkça azınlık ve farklı dillerin öğrenilmesi ve eğitimde yer almasına özel önem verilmiştir.
1992 Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı’nın 8 maddesi eğitimi düzenlemektedir. Bu madde, okul öncesi eğitimde, eğitimin tamamının veya büyük bir kısmının azınlık dilinde olmasını önermektedir. İlköğretim düzeyinde, eğitimin azınlık dilinde gerçekleşmesini veya eğitimin önemli bir bölümünün azınlık dilinde olmasını veya azınlık dilinin öğreniminin müfredatın bir parçası olması seçeneklerini sunmaktadır. Aynı şekilde, ortaöğrenim ve mesleki eğitimde de benzer seçenekler önerilmektedir.
Şüphesiz, azınlıkla burada kast edilen, sadece zayıf ve hakları tanınmayan sayıca küçük gruplar değil; Kürtler gibi asli, sayıca büyük olan ve fakat hakları tanınmayan hatta yasaklanan etnik yapı ve halkları da kast etmektedir.
7- 1961 tarihli Avrupa Sosyal Şartı:
Son değişiklikler kapsamında konuyla direk bağlantısı nedeniyle, en yeni sözleşmelerden olması bakımından önem arz eden bu sözleşme üzerinde durulması ve dikkate alınması gereken bir sözleşmedir.
1996’da gözden geçirilmiş ve ilk halinde bulunmayan 17. ve 19. maddelerinde bir devletin, resmi dil dışında anadilini konuşan toplumun gruplarının eğitimde eşit yaklaşması gerektiğine ve bu grupların talepleri doğrultusunda çocukların anadillerini öğrenme noktasında pozitif yükümlülükleri olduğuna değinir. Bir Avrupa ülkesi ve Avrupa Hukuk halkasında yer alan Türkiye’ nin bu sözleşmeye uygun davranması gerektiği tartışma götürmez bir gerçekliktir.
8- 1996 tarihli AGİT Ulusal Azınlıkların Eğitim Haklarına İlişkin Lahey Tavsiyeleri :
Anadilin öğreniminde sağlam temellerle neden gereksinim olduğunu anlatarak bir dizi tavsiyelerde bulunur. Zira bu, uluslararası hukukta uzmanlaşmış hukukçular ile birlikte azınlıkların sorunları ve gereksinimleri üzerine uzmanlaşmış dilbilimci ve eğitimcilerle yapılan uzun görüşmeler sonucunda hazırlanan bir çalışmadır. Bu tavsiyeler eğitimin her aşamasında çok seçenekli, makul ve devlete sadece yükümlülük değil aynı zamanda esnek bir düşünme alanı da sunan içeriklere sahiptir.
NİHAÎ DEĞERLENDİRME VE SON SÖZ
Konu bir bütün değerlendirildiğinde, yukarıda dile getirilmeye çalışıldığı gibi gerek iç hukukumuz gerekse uluslararası hukuk ve sözleşmeler çerçevesinde ve hak hukuk temelinde amacımız, Türkiye’de herkes için sağlıklı, çözüme yönelik ve ilerici düzenlemeler geliştirmeye ortak olmak ve katkıda bulunmaktır. Toplumsal barış ve huzuru aidiyet duygusu ve hukukla teminat altına almak ve sağlamlaştırmaktır.
Bu toprakların halklarından Kürt Halkının taleplerine cevap oluşturabilecek bir sistem oluşturmak, aynı zamanda asimilasyon endişesi olan tüm vatandaşlar nezdinde sorun ihtimalinin olmadığı ve sorunun yasal çerçevede çözümü algısı yaratacağı açıktır. Onları, çözüm önerileri sunup beraber hareket etmeye çağırmak, birlik beraberliğin daha sağlam temellere oturmasını sağlayacağı su götürmez bir gerçektir. Daha fazla sürdürülmesi ve taşınması mümkün olmayan; her geçen gün maliyeti ve bedeli artan, suiistimale çok açık bu sorunun çözümü konusunda payımıza düşen, sorunun bilimsel ve hukuksal zeminde çözümü için çalışmak, katkı sunmak ve ön açıcı olmaktır. Temel amacımız ve yegâne hedefimiz budur. Kısaca, Türkiye’de Anadili sorununun hakça çözümüdür!
Öyleyse, sorunu olduğu gibi gerçekçi bir biçimde görmek ve değerlendirmekle işe başlamak, temel hak ve özgürlüklerden olan eğitim serbestisi çerçevesinde, anadili eğitim ve öğreniminin önünü açıp geliştirecek, ülkenin resmi dili Türkçe’ ye de zarar vermeyecek bir sistem kurulması gerektiği kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortada durmaktadır.
Özetle, demokratik Sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’yi bu yükten kurtarmak, Anayasa’da ve kanunlarda yapılacak değişiklik ile mevcut mevzuata çerçevesinde bile hakka ve hukuka uygun pozitif yorumla bu sorunu çözmek, dil haklarının tanınarak toplumda adaleti ve eşitliği sağlamak, başta konunun muhatabı olan devlet erkinin ve yöneticilerinin sorumluluk ve görevi olduğu kadar her vatandaşın sorumluluk ve görevi ve aynı zamanda borcudur.
DILKURD HUKUK KURULU